Haber Giriş Tarihi : 15.04.2023 08.33 Haber Güncellenme Tarihi : 15. 04.2023 08.33
Yorulmaz Kalem : Mehmet Yolyapar
Siz de eminim ki bu röportajı okurken “ Yorulmaz Kalem” Mehmet Yolyapar’la birlikte “o” günlere gideceksiniz.
Kendisini Çorum milliyetçisi olarak tanımlayan Yolyapar, Çorum’a dair neler yaptığını da içtenlikle benimle paylaştı. Ve ben yaptığı işi gazetecilikten çok “Halkın Savcısı” olarak gördüğümü de sizinle paylaşmak isterim. Sizin de röportajı okumaya başladığınızda bana hak vereceğinizden eminim.
Gündeme dair sorularımı da yanıtlayan Yolyapar, pandemi sürecinden Kahramanmaraş Depremi’ne kadar ülkemizin yaşadığı acı günleri kendi penceresinden anlattı.
Hazırsanız ÇORUM HABER’in Kurucusu, Başyazarı ve Şirket Genel Müdürü, Çorum Gazeteciler Cemiyeti Onursal Başkanı Mehmet Yolyapar’dan aldığım cevapların nasıl içtenlikle ve samimiyetle cevaplandığına bir bakalım…
- Gazeteciliğe başlama fikri sizde nasıl oluştu ?
- Gazeteciliğe başlama diye bir fikrim yoktu benim. Aslında ben ressam olmayı düşünüyordum. Lise yıllarında resmim iyiydi. Bir de amatör tiyatro yapıyordum, tiyatroda da başarılı buluyorlardı beni. Dolayısıyla Güzel Sanatlar Akademisi hedefim, hatta onun sınavlarına girdim. O arada liseden arkadaşım Fikret Berker, İTÜ’de inşaat mühendisliği bölümünü kazandı. Oraya giderken bana dedi ki “Senin kompozisyonların iyi.”. Babasının da ortak olduğu Çorum Ekspres Gazetesi’nde “Ben de gidiyorum bir boşluk oluyor, çalışmayı düşünür müsün ? ”. “Hay hay” dedim. O arada benim bir yıl , Eskice Köyü’nde vekil öğretmenliğim var, bir öğretim yılı. Ama hedefim Güzel Sanatlar Akademisi gibi hayallerim var. Çorum Ekspres Gazetesi’nde 1970 yılının Eylül ayında muhabir olarak ilk adımımı attım mesleğe. Kısa sürede, birkaç ay içinde ben gazetenin başyazılarını yazar hale geldim.
- İlk yaptığınız gazete haberi neydi ?
- Haber olarak hatırlayamam. Ama mesela o günlerde şeyi hatırlayabiliyorum 12 Mart 1971. Askerler muhtıra verdi,Başbakan Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti.Biz o dönemde Atatürk ilkelerine dönüş için askerlerin müdahale ettiğini sanıyorduk ve ben sevinçle manşet attım askerler muhtıra verdi Demirel bıraktı gitti diye. Sonradan fark ettik ki bu Amerikan Planı’ymış ve Sol’u ezmek üzere gelen bir şey. Nitekim 12 Mart Muhtırası’ndan sonra en büyük Sol’un üzerine buldozer gibi gelinmiştir her bakımdan. Maalesef ben bir yanılgım olarak onu hatırlarım.
- Mesleğe başlarken idolünüzde bir gazeteci var mıydı, varsa kim veya kimlerdi ?
- Doğrusu o anlamda bir şey de yok. Ben o günlerde Akşam,Cumhuriyet,Milliyet gibi gazeteleri okuyordum.Birçok da takdir ettiğim,beğendiğim birçok yazar vardı. Mesela Çetin Altan, o günlerde önce Taş başlıklı bir köşesi daha sonra Şeytan’ın Gör Dediği yani şeytansı bir şeyle ayrıntıyı görmek vardır ya o anlamda. Onun köşelerini hiç kaçırmazdım. Tabi daha sonra Özal Dönemi’nde adı liboşa çıktı.Ama o yıllarda çok değer verdiğimiz bir yazardı.Hasan Pulur ’lar… O dönemin bütün yazarlarını takip ederdim.
- Sizce bir gazeteci nasıl bir kişilikte olmalıdır, herkes gazeteci olabilir mi ?
- Birincisi girgin olmak lazım, girişken, atılımcı bir ruha sahip olmak lazım.
İkincisi çok okumuş olmak lazım veya okumaya devam ediyor olmak lazım.
- Donanımlı olması lazım yani ?
- Kesinlikle,okumadan yazılmaz bir kere.Temel ilke budur.Yani kendini girişken gören,okuyan, dünyayı tahlil etme yeteneğine sahip olduğunu gören insan.
- Dışa açık olması lazım değil mi bir de ?
- Tabi kesinlikle, girişken derken onu kast ediyorum zaten. Yani insan ilişkilerinde başarılı, insanlarla kolay ilişki kurabilen olmak lazım.
- Gazetecilik hayatınızda unutamadığınız bir anınız var mı ?
- Unutamadığım anı çok da…
- En belirgini hangisi, paylaşabilir misiniz ?
- Demirel’le bizim polemiğimiz mesela. Süleyman Demirel cumhurbaşkanıyken. 1995 yılı, Adnan Türkoğlu Çorum milletvekili, Çorum Üniversitesi kuruluş yasası için bir teklif verdi. Bu komisyonlardan geçti, genel kurula kadar geldi.Genel kurulda pek çok il ve ilçe milletvekilleri kendi iline de bir fakülte veya ilçelere yüksekokul gibi. Sayısız eklemeler yapıldı o yasa teklifine. Teklif şişti tabi. Birçok fakülte ve yüksekokulların kuruluşu da yasalaşmış olacak o yasa çıkarsa. Başbakan Tansu Çiller buna kızdı. Komisyonu geri çekti.Yani bu yasa teklifi gündemden düşmüş oldu çekmekle.Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi de başyazısında diyor ki Türkiye’nin o kadar büyük meseleleri varken Çorum Üniversitesi meclisi tıkamamalıydı, meşgul etmemeliydi diye bir yazmış. Ben de Oktay Bey’e bir yazı yazdım, sizin bildiğiniz gibi değil dedim. Çorum üniversiteyi çoktan hak etti ama hakkı yendi. Çünkü 1992’de yeni üniversiteler kurulurken Çorum hazırdı, üniversite kuruluşuna. Çorum yerine Kırıkkale tercih edildi.Niye? Doğru Yol Partisi’nin Kırıkkale’de 3 milletvekili var, Çorum’da 1 tane.Onlar ağır bastı.Oysa bana göre Kırıkkale, Ankara’nın banliyösü gibi,fakülteleri var. Yani oraya üniversite kuruluşuna gerek yoktu ama Çorum önemliydi, Çorum’un üniversiteleşmesi adına. Çorum’un yerine Kırıkkale yazıldı ve Çorum o hakkını kaybetti. O günlerde de ben sert tepkiler gösterdim, Çorum’un hakkı yendi diye, bunu hatırlattım Oktay Ekşi’ye. Çorum’un hakkı yendi dedim hatta orada bir tabir “Hayırsız ve vefasız Demirel yüzünden Çorum’un hakkı yendi ”diye yani biraz ağır eleştiri sayılabilecek bir şey dedim. Oktay Ekşi’ye gönderdiğim yazıyı Oktay Ekşi, Yalçın Bayer’e vermiş.Demiş ki “Benim başyazı olarak olmaz ama sen değerlendirirsen. ” demiş. O da tam metin yayınladı. Ben de şaşırdım yani. Benim Oktay Bey’i bilgilendirmek için yazdığım bir yazıydı.Demirel küplere binmiş.Bana bir cevap gönderdi, Hürriyet’e.Diyor ki “O rakamlarlarla oynamayı iyi bilir.Türkiye’de elektrik tüketimi şuradan şuraya geldi,sanayileşme şuradan şuraya geldi, bunlar gökten zembille inmedi.”diyor.Yani “Ben yaptım ” diyor. “Çorum’da da şunlar şunlar oldu,şöyle bir gelişme oldu, rakamlarla.”. Yalçın Bayer aradı, “Cevap verecek misin ? ” diye. Tabi vereceğim dedim. Ben de ikinci cevabımda dedim ki “Elbette Türkiye de, Çorum da yerinde durmuyor. Bir yerden bir yere elbette gelecek, bu doğal gelişimdir. Ama siz şuna cevap verin : Menderes’in Çorum’da Çimento Fabrikası var, Turgut Özal’ın Şeker Fabrikası var, sizin hangi eseriniz var gösterin ? ”dedim. Haklıydım, yok çünkü. Bana cevap veremedi. O akşam Show TV beni 2-1 galip ilan etti. Milliyet de Mehmet Yolyapar, Süleyman Demirel’e 2-1 galip diye haber yapıldı. Daha sonra Çorum Valisi’ne telefon etmiş, Çankaya Köşkü’ne davet etti ve barıştık. Bu aslında pek çok meslektaşların ilgi duyduğu bir polemiktir. Unutulmaz anı diyince en öne çıkanı bu diyebilirim.
- Gazetecilik yaparken en sevdiğiniz alan nedir ?
- Ben kültürle, sanatla daha mutlu oluyorum, o anlamda yazılar yazarken. Bir de Çorum’un uğradığı haksızlıklar konusunda çok coşkulu yazıyorum, onun farkındayım.
- Çorum milliyetçisiyim diyorsunuz ?
- Kesinlikle Çorum milliyetçisiyim. Kaldı ki ben herkesin yaşadığı yerle ilgili bu şekilde bir milliyetçi olması gerektiğini düşünüyorum.
- Köşe yazarlığına sizi iten sebep neydi ve köşe yazarken siyasal iktidar tarafından kendinizi baskıda hissettiğiniz hiç oldu mu, oluyor mu ?
- Köşe yazarlığı sanki doğal bir şey gibi, ben gazeteciliğe başladım, köşe yazmaya başladım. O yıllarda da bana hatta, 20’li yaşlarımdayım, “Harika çocuk” diyorlardı. Bu çocuk bu yazıları nasıl yazıyor diye hayretlerle. Köşe yazılarımda tabi ki benim bir çizgim var : ben Atatürkçüyüm, Atatürk ilkelerine bağlı, hiç bu çizgiden de sapmadım.50 yılı aşkın süre boyunca da hep aynı yerde kaldım.Daha sonra sosyal demokrat kimliğim oluştu,Bülent Ecevit’le tanıştıktan sonra.Gençlik kolları dağılmış durumdaydı, onu kurarak partiye girdim.Bu süre içinde de benim bakış açım tamamen Atatürk ilkeleri çizgisinde oldu ve yer yer siyasi iktidarla da ters düştük karşı karşıya da geldik.Ama bir şey vardır, ben kendi yazılarımdan dolayı mahkemelik olmadım. Aklıselim içinde, ben hakaret etmem asla. Eleştiririm, eleştirdiğim noktada da benim gibi düşünmeyen insan bile derki “Adam haklı.”. Bunu dedirttirebiliyorsanız başınız derde girmez zaten. Bizde şu anlayış var, özellikle Sol’da slogancı bir anlayış var. Mesela yazının kahrolsun diye bitirilmesi çok önemlidir, Solculukta. Benim asla öyle bir tarzım olmadı hiçbir zaman. Makul anlayış içinde herkesin kabul edebileceği bir üslupla ben itirazımla eleştirimi ortaya koyarım.
- Kurucusu olduğunuz Çorum Haber Gazetesi’nin kuruluş hikayesinden bahsedebilir misiniz ?
- Ben 1970’li yıllar boyunca Çorum Ekspres ardından Çorum Gazetesi, TRT ve Hürriyet muhabirliği gibi, orada Maden-İş Sendikası’nın yayın organını çıkardım gazetem devam ederken. Gazetemde ayrıca çalışırken. Ondan sonra bir ara verdim gazeteciliğe. O sürede benim gazetecilik tarzımı, etkinliğimi gören anlayan insanlar bana baskı yapmaya başladılar. O arada 12 Eylül, ihtilal oldu, ihtilalden sonra bana 5 yıl siyaset yasağı geldi. Çünkü ihtilal olduğunda ben gençlik kolları il başkanıyım, aynı zamanda kurultay delegesiyim aynı zamanda il yönetim kurulu üyesiyim, bir sürü sıfat taşıyorum, 5 yıl yasaklıydım. 12 Eylül’ün etkileri zayıflamaya başladığından itibaren insanlar “Hadi dön mesleğe, sana ihtiyaç var.” diye bana baskı yapmaya başladılar.1985’te haftalık olarak Çorum Haber’i kurdum, Ankara’da bastırıyorum. Pazar günü Çorumspor maçında sahadayım, fotoğraf çekiyorum maçtan. O akşam, pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı saat 3’te otobüse biniyorum, Ankara’ya düşüyorum saat 7 gibi. Ankara’da önce fotoğrafları klişehaneye bırakıyorum, tipo baskı olduğu için, ofset o kadar yaygın değil henüz. Ardından dizgihane var, entertip dizgi yapılan, o da ayrı bir yerde. Oraya gidiyorum, daktiloda yazılmış yazıları veriyorum, entertipte dizilecek onlar. Onlar diziliyor, öğleden sonra dizgi bitiyor. Klişehaneye tekrar gidip yapılmış klişeleri alıyorum, dizgiden çıkan yazıları alıyorum. Yine baskının yapılacağı matbaaya gidiyorum akşam saatleri.
- Hepsiyle siz ilgileniyorsunuz ?
- Tabi ki. Pazartesi akşam saatlerinde matbaada sayfa düzenini yapma. Baskı bittiği anda ben bunları alıyorum, bulduğum ilk otobüsle salı sabahı Çorum’dayım gazetelerle beraber ve salı günü bu gazete, haftalık gazete Salı günü dağılır. Düşünebiliyor musun bu haftalarca süren bir süreç ?
- Bayağı yorucu olur sizin için.
- Dikkat ettiysen iki gece uykusuz. Yani Çorum Haber kolay doğmadı. Ben mücadele adamıyım, mücadeleden hiç yılmadım hayatım boyunca ve kolay kolay bir insan haftalar boyu, her hafta aynı şeyi yaşıyoruz. Hafta boyu haberleri derliyorum ben, Müslüm Tunaboylu hocam rahmetli beraber çalışıyoruz. Ama Ankara sürecinde de tek ben götürüyorum, bastırıp getiriyorum ama her Salı bu gazete dağıldı.
- Tatlı bir yorgunluk olur sizde de.
- Elbette başarmanın huzuruyla ve gazetecilik bitmiş durumda Çorum’da. O tarihte Çorum Gazetesi ve Koparan Gazetesi var günlük olarak çıkan. Benim haftalık Çorum Haber bir anda hepsini sildi öne çıktı. Ardından toplum baskı yapmaya başladı bu günlüğe çevirelim diye. Ben adeta dernek gibi 80 kişinin küçük küçük katkılarıyla Baytaş şirketini kurdum ve gazeteyi günlüğe dönüştürdüm.
- Halktan gelen talep doğrultusunda.
- Tabi halkın beğenileri ve talebi günlük olsun gazete diye. Yani hayatım benim mücadeleyle geçti böyle. Yani yoktan bir gazete var edilmesinin hikayesidir bu.
- Çorum Haber Gazetesi’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz ?
- Allah, ömür verirse biz sonuna kadar götüreceğiz. Ama yazılı basın genelde bir gerileme içinde.
- Sizce yazılı basınını önemi nedir ve gelecekte yerini dijital medyaya tamamen bırakacağına inananlardan mısınız ?
- Ben tamamen bırakacağını düşünmüyorum.Ama bir gerileme olduğu gerçek.Yani yeni kuşaklar özellikle dijitalden izliyorlar, bütün hayatları dijital.Zaten genç kuşakların elinden cep telefonları düşmüyor,doğal bir süreç.Ama yazılı basın tamamen ortadan kalkmaz, bunu da şuna dayandırıyorum : dijital teknolojinin en etkili olduğu yerlerden biri de Japonya değil mi ? Japonların en çok satan gazetesinin halen 17 milyon tirajı var, ikincisinin 13 milyon. Japonya’yı ben görmedim ama Japonya’da otobüslerde,trenlerde bizim gibi dışarıyı, sağı solu seyreden adam göremezsiniz diyorlar, herkesin elinde ya bir kitap ya bir gazete var, okuyan bir toplum.Şimdi bizim sorunumuz zaten o.
- Şu an zaten G-7 ülkesi Japonya.
- Kesinlikle. Buna bakarak diyorum ki yazılı basın tamamen ortadan kalkmayacak ama tedrici olarak gerilediği kesin. Şimdi bizde Basın İlan Kurumu’nun yeni çıkan Basın Yasası çerçevesinde uygulaması 1 Nisan’da başladı. 1 Nisan itibariyle yerel gazetelerin internet haber sitelerine de resmi ilan verilmeye başlanıyor. Bir gazetenin 7 kişi tarafından okunduğu varsayılır, bilimsel tespit budur. Bizim gazetenin günlük en az 10 bin kişi tarafından okunduğunu varsayıyoruz. Çünkü bir iş yerine gittiğinde orada 5-6 kişi okuyor, komşu esnaf okuyor, bir lokale gittiğinde orada belki 40 kişi okuyor gibi olaya bakınca. Yazılı basın olarak Türkiye’de zaten çok ciddi bir yerdeyiz.Sosyal medyada 200 bin takipçimiz var. Bu çok önemli bir şey, yerel gazete için çok önemli. Bazen milyonu aşan haberlerimiz oluyor.
- Ulusal basında milyonu bulmuyor haberler, sizin haberleriniz buluyor ama.
- Yer yer bulduğu oluyor. Geçen de bir haber 1 buçuk milyon izlenmiş.
- Röportajınız.
- Evet. Biz yazılı basının yanı sıra internet haberciliğinde de ipin ucun bırakmıyoruz. O yolda da kendimizi geliştirerek adım adım devam edeceğiz.
- Çorum un “ Kamuoyu önderi ” olmak size nasıl hissetiriyor ?
- Kendimde bir sorumluluk duyuyorum. Ama hep sağduyu çizgisinde olduğum için yani kolay kolay hata yapmam, insanız tabi elbette hata olur ama temel çizgide Çorum’un menfaatlerini savunma noktasında hata yapmam. Mesela Atatürk ilkeleri konusunda hata yapmam, onlar sağlam çizgilerim benim. Onun dışında da ufak tefek hatalar olabilir, onu da telafi ederim. Yani özür dilemekten hiç gocunmam, hayatım boyunca da öyle oldu.
- Büyük bir erdemliliktir zaten.
- Yani özür dilemek erdem, hatasını kabul etmek erdemliliktir. Dolayısıyla o anlamda kendimi rahat hissediyorum.
- Bir gazeteci olarak Çorum a dair yaptıklarınız nelerdir ?
- Şeker Fabrikası çok önemli bir şey, Şeker Fabrikası Çorum’dan gidiyordu, Çorum-Çankırı sınırına kuruluyordu ben bunu haber aldım, başladım yayın yapmaya. “Çorum’un fabrikasını nereye götürüyorsunuz ? Hesap verin.” diye her gün yaza yaza… Benim gazeteleri Başbakan Turgut Özal’ın önüne koydular, dediler ki “Biz sokağa çıkamaz hale geldik.”.
- Kamuoyu oluşturdunuz.
- Evet, haklı olduğum için, haklıyım çünkü. Çorum’a verilmiş sözler var, Çorum Şeker Fabrikası kurulmak zorunda.Özal geldi temelini attı.Daha sonra Başbakan Mesut Yılmaz da geldi işletmeye,üretime açtı.Şeker Fabrikası’nın kazanılmasında ben kamuoyu oluşturmak suretiyle çok önemli bir görev yaptığıma inanıyorum, kamuoyu da bunu biliyor, o yılları bilenler, hatırlayanlar. 1995 yılında Çorum-Ankara yolu çok yoğun, trafik. Kırıkkale’ye kadar bölünmüş yol, duble yol ama ondan sonra tek şerit. O yılları hatırlayanlar bilir. Ben başladım “Çorum-Ankara yolu çok yoğun, bura duble yol olması lazım” diye her gün yazıyorum, yazıyorum…Bu gazeteleri zamanın Bayındırlık Bakanı’na bizzat götürdüm ve gazetelerimi inceledi bakan, ben de anlattım ve dedi ki “Evet ben ikna oldum,tamam.”dedi,Karayolları Genel Müdürü’nü çevirdi ve “İhale hazırlığını başlatın.” diye talimat verdi.İlk etabını başlatan benim yani bizim gazetemiz Çorum Haber.Ardından tabi etap etap Çorum-Sungurlu arası bitti,Sungurlu-Delice arası bitti. Bölünmüş yol tabi ki yapılacaktı daha sonra ama belki 5 yıl önce yapılmasında bizim payımız oldu. Yine o yıllarda Çorum’da diyaliz ünitesi yoktu, diyaliz hastaları Ankara’ya gidiyorlardı. Ben bir kampanya yaptım, diyaliz ünitesi kurmak üzere, Çorumluların katkılarıyla diyaliz ünitesini kurdurduk. Ona benzer Yenihayat ve Obruk Barajları’nda çok önemli takibim oldu, sürekli takip etmek suretiyle o yatırımların olabildiği kadar erken bitirilmesine katkı sağladım. Hitit Üniversitesi’nin isim babasıyım, üniversite konusunda çok mücadele ettim ve adının da Hitit olması gerektiğini, mücadeleyle sonunda bunu başardık. En son Valilik’in karşısındaki Kadeş Meydanı’nın dedim ki “Torunlarımıza bırakabileceğimiz en büyük eser budur” dedim, ısrarla günlerce yazdım. Belediye Başkanı Muzaffer Külcü dedi ki “Ağabey sen haklısın, ben açacağım o meydanı”.Ben de söz verdim “Açarsan, seni yılın adamı seçeceğim.”diye. Bu işin espirisi tabi. Ve o meydan açıldı.İsmini de Kadeş Barış Meydanı olarak şimdiki Belediye Başkanı Halil İbrahim Aşgın’a ismini de koydurduk, Belediye Meclisi’nden geçirdi ismini.
- Sizin sayenizde oldu yani Kadeş ismi ?
- Elbette,kimsenin aklında yok çünkü.
- Yapmaktan pişman olduğunuz bir haber oldu mu, olduysa nedir?
- Hemen her gün olabiliyor yani. Öyle çok büyük vahim bir şey yok da.
- Önemli kayda değer bir şey yok diyorsunuz ?
- Çok büyük bir şey yok ama her zaman keşke şu haberi yapmasaydık dediğimiz oluyor. Çünkü haber kaynakları yanıltabiliyor sizi yahut da çok dikkatli, iyi eleştirmediğinizde yani dikkat etmediğinizde gerçeği tam yansıtmayan bir şeyler yazmış olabiliyorsunuz. Gerçi ben fark edince hemen düzeltirim, hemen telafi ederim ama ona benzer şeyler hemen her gün yaşanabilir bizim meslekte ama önemli olan “Bu haberi ben yanlış yapmışım, özür dilerim” diyebilmek. Malum işte 5N1K var, bunların hepsine cevap verebilmeli haber. Bunun yolu da bir iddia var mesela, bu iddiayla ilgili haber yapacaksınız. İddianın karşı tarafı olanı da aramanız lazım,”Sizinle ilgili bir iddia var ne diyorsunuz” diye, savunmasını da oraya koymazsanız eksik kalır. Bazen bu ihmal edilebiliyor. Günün o hızlı hareketi içinde. Yani karşı tarafın savunmasını almadan yaptığınız haber ertesi gün sizi üzebiliyor. Keşke karşı tarafı da dinleseydim ona göre. Yani ben itham edilen şeyi yazarım, ithamı ama karşı taraf da buna karşılık şunu diyor.
- Onu da yayınlarsınız.
- Tabi onu da koymam lazım.
- Gazeteciliği bırakmak istediğiniz anlar oldu mu, olduysa benimle paylaşabilir misiniz ?
- Hiç olmadı.
- Gazetecilik mesleğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz ?
- Gazetecilik bitmez. Her halükarda sürdürülmesi gereken ve mutlak sürdürülmesi gereken zorunlu bir şey yani. Gazetecilik biliyorsun yasama,yürütme,yargıdan sonra 4.kuvvet diye bilinir,basın. Ben gerçi şu son dönemde biz 2.güç olduk diyorum. Niye? Yasama,yürütme ve yargı tek elde toplandığı için, o eleştirimi de yapıyorum.
- Pandemi dönemi bir gazeteci olarak sizde nasıl bir iz bıraktı ?
- Zor günlerdi tabi. Ama gazeteler o süreçte batardı.Yani yerel gazetelerin ayakta kalma şansı yoktu.Çünkü evlere gazete girmez hale geldi, iş yerlerinin çoğu kapalı,o şekilde abone kaybediyorsun. Mesela kahvehanelerde gazete okunmasını yasakladılar.
- Dokunma, temas olduğu için.
- Temasdan dolayı. Şimdi o şartlarda gazeteler batardı ama iyi bir sistem getirildi, Kısa Çalışma Ödeneği diye. Bütün sektörler var ama biz de istifade ettik. Yani en azından çalışanlarımızın ücretleri,sigortaları anlamında bir rahatlama oldu. Yoksa pandemi süreci batırırdı. Onu öyle atlattık.
- Kahramanmaraş Depremi nin medyada tüm yönleriyle resmedildiğini düşünüyor musunuz ?
- Hayır. Mesela can kaybı sayısı henüz ortada yok ve maalesef bilinenin çok çok üzerinde olduğunu tahmin etmek zor deği
- Mesela sadece kurtarma ekiplerinin olduğu yerlerde kameralar çalışıyor diye görmüştüm TV’de.
- O bir facia. Yani insanlar canlı canlı öldüler orada, kimi soğuktan donarak öldü. Bir kadın mesela cesedine ulaşıldığında kafasında saç kalmamış elinde saçlar. Nasıl bir duyguyla? Çırpınıyor,çaresiz ve saçlarını yolmuş, ölüyorum ben diye. Ve insanlar böyle böyle öldüler. İnsan düşünmek bile istemiyor.
- Yani medyanın halka gerçekleri göstermediğini söylüyorsunuz değil mi ?
- Medyayı ayıralım. Burada da yandaş medya üstünü örttü. Gerçek medya gerçekleri anlatmaya çalıştı, olabildiği kadar anlatmaya çalıştı.
- Çorum medyasını nasıl buluyorsunuz ?
- Çorum medyasında seviye olarak biz pek çok ilden çok ilerideyiz. Bunu biraz kendimize pay çıkarma pahasına, biz bayrağı aldık yürüyoruz. Diğerleri de bir nebze uymaya çalışıyorlar. Çıtayı yükselttik yani Çorum’da.İşin habercilik noktasında da yani birtakım yerel gazeteciliğin zorlukları vardır.Bazı şeyleri bildiklerinizi de yazamazsınız veya yazılanların bir kısmı zülfü yare dokunabilir. O insanlarla beşeri ilişkileriniz vardır, o ilişkilerinizin de bozulmasını istemezsiniz. Birtakım şeyleri mecburen hafif geçersiniz derine inmeden ya da basit adli olaylarda bile birçok şeyi gizliyoruz biz. Diyelim ki bir intihar oluyor.
- İsmi açıklanmıyor genelde, baş harfleri yazılıyor.
- İsmini de açıklamamaya çalışıyoruz, sebebini de.
- Siz yapmıyorsunuz ama bazı internet gazetelerinden açık açık yazanlar oluyor.
- Sansasyon yaratmak için yapıyorlar. O aile, anne, baba veya geride kalan eş, çocuklar “Bizim evladımız, bizim eşimiz, bizim babamız şu sebeple intihar etti.”gibi ömür boyu taşıyacakları bir şey. Yani insanın vicdanı elvermiyor, biz karartıyoruz. Aileleri rencide edecek şeyleri. Ne yapalım kusura bakmasın okuyucu da.
- Ulusal medyada ana akım medyanın kaldığını düşünüyor musunuz ?
- Amiral gemisi hep Hürriyet olmuştu. Şimdi amirallik falan kalmadı orada. Tirajı da yerlerde sürünüyor.Muhalif medya daha fazla okunuyor.Mesela Sözcü tirajların lideri
- Ana akımı resmeden bir medya kuruluşu var mı ?
- Yok şu an. Çünkü ana akım satın alındı. Sabah Grubu ve Hürriyet Grubu Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, onun yandaşları tarafından satın alındı.Dolayısıyla yok edildi yani.Ana akım yandaş medya oldu.
- Sizce bir gazetecinin bir siyasi görüşü olmalı mıdır ?
- Onu engelleyemezsiniz ki, olmak zorunda. Ama ben şimdi kendim Atatürkçü, laik, demokrat ve çağdaş diyorum ve sosyal demokratım siyasi literatürü olarak. Ama gazetemde olabildiği kadar objektif olmaya azami özen gösteriyorum. Yani haberde objektif ama kendi imzamla yazdığım yazıda ya da Umut Radyo’daki programda ben kendi görüşlerimi özgürce ifade etmeliyim ve onu etmeye çalışıyorum.
- Sizce hükümetin her dediğine onay vermek ya da her adımını negatif yönde eleştirmek gazetecilik midir ?
- İkisi de değildir. Bir kere gazetecinin görevi denetimdir.Denetim eleştirmekle olur.Yani her şeyi onayladıktan sonra ona Osmanlı’da vakanüvis derler yani günlük vakaları kayda geçiren insan demek.
- O zaman gazetecilik nerede kaldı ?
- Gazetecilik değil, olayları kayda geçmektir o. İktidarın her dediğini yapıyorsun. Böyle bir şey olmaz yani. Doğruya doğru, eğriye eğri demek lazım. Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir. İyi yaptığına iyi yaptı demek dürüstçe. Zaten bunu yapmazsanız, her şeye muhalifseniz ciddi almaz okuyucu sizi. Yani “ Bu doğru yaptığını da görmüyor ” deyince eleştirinin de anlamı kalmaz. Şimdi ben onu yapıyorum, iktidarın doğru yaptığı işleri de manşetten gayet olumlu bir şekilde veriyorum ama eleştirdiğimde de okuyucu diyor ki “Doğruya doğru, eğriye eğri ”. Dolayısıyla inandırıcı oluyorum ben, inandırıcı olabilmenin yolu.
- Takip ettiğiniz köşe yazarları kimlerdir, severek izlediğiniz gazeteciler kimlerdir ?
- Ben düzenli olarak Cumhuriyet, Sözcü ve Hürriyet’i takip ediyorum. Diğer gazeteleri de yer yer takip ediyorum ama.
- Köşe yazarı olarak kimler var ? Ekranda veya gazetede olabilir.
- Cumhuriyet’te, hepsinde daha doğrusu ben köşe yazısının başlığına ve ilk paragrafına bakarım, ilgimi çeken bir konuysa tamamını okurum. Aksi halde zaman olarak hepsine mümkün değil yetişmek.
- Kişi olarak ?
- Soner Yalçın okuyorum, Saygı Öztürk’ü okuyorum, Mustafa Balbay. Benim dostlarım olduğu için bunlar daha önemle… Hürriyet’te Ahmet Hakan’a da bakıyorum, meraktan.
- Ekranda var mı ?
- Fikret Bila. Onun bulunduğu programları izlemeye çalışıyorum.Çünkü Fikret Bila çok doğru tahliller yapıyor.Halk TV’de, KRT’de ve TELE 1’de. Mesela Deniz Zeyrek’i de beğenirim ben. O da aklı başında, sağduyulu yorumlar yapar.Yani ben ilgimi çeken her konuyu izlemeye çalışırım.
- Bir gazeteci olarak Cumhuriyet in sizce tanımı nedir ?
- Cumhuriyet, kelime olarak mutlaka demokrasiyi içeriyor diye değil. Demokrasiyi içermiyor. Ama biz o anlamı yüklüyoruz.Cumhuriyet değerleri dediğimizde onun içinde demokrasi var, hukuk var, adalet var, insan hakları var. Çünkü bizim rol modelimiz Atatürk olduğu için. Atatürk’le beraber bu ülke çağdaşlığı öğrendi, insanca yaşamayı öğrendi, giyimi kuşamı tut da her şey Atatürk’le beraber bu ülkeye gelmiş değerler. Dolayısıyla biz Cumhuriyet’e olduğundan fazla anlam yüklüyoruz. Onun için de Cumhuriyet Değerleri diye bir kavram oluşturduk mesela.
- Ülkemizde gözlemlediğiniz kadarıyla sizce Cumhuriyet ne kadar yaşatılıyor?
- Şimdi ağır aksak bir demokrasiyi bu zamana kadar getirdik, tabi müdahaleler,kesintiler…Ama “Demokrasi bir tramvaydır,ben varacağım istasyona vardığımda inerim.”diyen bir anlayışla demokrasi olmayacağı muhakkak.Yani şu anda Türkiye demokrasiye inanmayan insanlar tarafından yönetiliyor. Bizim bütün çabamız da demokrasiyi yeniden tesis etmek, yeniden işlerlik kazandırmak, bu anlayıştan kurtarmak. Cumhuriyet’e bir ömür biçmek bizim aklımızın ucundan bile geçmez.Çünkü biz sonsuza kadar Atatürk Cumhuriyeti yaşayacak diyoruz.Demokrasiye inanan,insan haklarına inanan, hukuka, adalete inanan yani bütün çağdaş değerlere inanan herkesin de bu gayret içinde olması lazım. Aslında demokrasi karşıtları sanıldığı kadar çok büyük bir kitle değil ama bir şekilde devleti ele geçirdiler o yüzden güçlü görünüyorlar.
- Medyayı da ele geçirmişler gibi geliyor bana. Çünkü medyayı ele geçirmeseler bu kadar kanalın %90’ı aynı sesli, tek sesli yani…
- Devleti ele geçirince medyayı da ele geçirmek çok zor değil, zor olmuyor.
- Yani 10 kanaldan 8’i şu an hükümet tarafından destekleniyor, hükümetin tüm politikalarını destekliyor.
- Hürriyet Grubu’nun satın alınması için havuz kuruldu. Havuza büyük iş adamlarından 100 milyon dolar istendi,100’er milyon dolar. Devleti ele geçirmenin sonucu bu zaten, güç oradan geliyor. Ama medyanın ele geçirilmiş olmasına rağmen çarşı-pazara fren koyamıyorlar, engel olamıyorlar. Çünkü uyguladıkları ekonomi yanlış bir ekonomi.
- TÜİK rakamlarıyla ENAG rakamları uyuşmuyor mesela.
- Kesinlikle uymuyor. İnsanların tenceresinde kaynayacak bir şey kalmayınca onu hiçbir güç durduramaz. Türkiye’de %10’luk bir kitle var, ben buna Türkiye’de ruhban sınıfı oluştu diyorum,bu tabir bana ait. Ruhban sınıfı, din satanlar, dinden geçinenler yani bunun içinde tarikatlar cemaatler hatta Diyanet’in bünyesinde birtakım unsurlar bu %10. %10’luk bir kitle sosyal yardımlarla geçinenler, “Bu iktidar giderse bunlardan mahrum kalabiliriz” diye korku içinde buna sarılanlar, %10’luk da menfaatçi kesim var.%30 kilit bir sağlam tabanı var. Onun ötesinde de konjonktüre göre değişebiliyor bu oranlar.
- Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimi sizce ülkemiz açısından bir dönüm noktası mıdır, önemi nedir ?
- Tam bir dönüm noktasıdır. Bu seçimde mevcut iktidar yeniden iktidarını sürdürürse Türkiye kapkaranlık bir despotizme, otokratik hatta otokrasiyi de aşarak teokrasiye doğru gidecek.Çok endişe verecek bir durumdayız.Ben sosyal demokrat bir anlayış gelsin diye düşünmüyorum,demokrasi gelsin yeter.Demokrasi,hukuk gelsin, adalet olsun onun ötesine demokrasi olunca zaman içinde farklı yerlere evrilebilir. O demokrasinin kendi kuralları içinde fikirler yarışabilir. Ama demokrasinin olmadığı yerde hiçbir şansınız yok.